23 Nisan töreninde Öztosun'dan durum değerlendirmesi
Bursa Barosu yönetimi ve avukatlar 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Adalet Sarayı Atatürk Anıtı'na çelenk sundu, saygı duruşunda bulundu ve İstiklal Marşı okudu. Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun, törende meslektaşlarına hitaben bir konuşma yaptı:
23 Nisan 1920 ulusal meclisimizin açılmasının 105. yıldönümünde egemenliği bir zümre veya kişinin elinden alıp MİLLETE veren GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ü, çalışma ve silah arkadaşlarını şükranla anıyorum.
Cumhuriyetin varlığını yalnızca kendi varlığına bağlamayan Atatürk'ün; “Naçiz vücudum toprak olsa da Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen, millet egemenliğinin yegane vücut bulmuş hali olarak öncelikle TBMM'yi gösteren anlayışı halen yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Son yıllarda yaşadığımız olaylar bizlere MİLLİ EGEMENLİĞİN önemini bir kere daha hatırlatıyor. Bu önemli günde milli egemenliği; millet adına dengeli bir biçimde kullanarak ve birbirini denetlemesi için ayrılan yasama, yürütme, yargı kuvvetlerinin neye dönüştüğünü ve sonuçta 23 Nisan 1920'nin 105. yılında millet egemenliğinin nasıl kullanıldığını son Anayasa değişikliği üzerinden geçen zaman içinde yaşadıklarımızı ve daha önce defalarca anlattıklarımızı tekrar etmekte fayda ve tarihi bir zaruret olarak görüyorum…
2017 yılında olağanüstü hal rejimi gölgesi altında yapılan, bu suretle yapılış şekli ile seçim öncesiyle, seçim günü mühürsüz zarfları geçerli sayan ve seçim anında kural değiştiren YSK kararı tartışmalı Anayasa referandumunun 8. yılında yeni anayasal rejime bir göz atarsak;
-2017 Anayasa değişikliğiyle devletin tüm kuvvetlerinin örtülü olarak yürütmede birleştiği, yürütmeye karşı itiraz, denetleme mekanizmalarının işlemediği,
-Yargının ceza ve usul yasalarını alt üst eden kararlar verdiği, yargının araçsallaştırıldığı,
-TBMM'nin fonksiyon kaybının en üst seviyeye çıktığı ve şekli bir hal aldığı, yürütmeyi denetleme fonksiyonunu artık yapamadığı, hatta tamamen yürütmenin etkisine girdiği,
-Hukukun ve yargının araçsallaştırılması sebebiyle muhalif olan siyasetçi, basın mensubu, avukat, öğrenci, sanatçı ve sade vatandaşların kriminalize edilip yasal lince maruz kalıp tutuklandıkları ya da adli kontrollerle susturulmaya çalışıldıkları,
-Düşünce ve ifade özgürlüğüne, toplantı ve gösteri haklarına yönelik kısıtlamalar ve hukuka aykırı müdahalelerle ülkemizin daha baskıcı otoriter bir rejimin kıskacına alınmaya çalışıldığı,
-Bizzat RTÜK kanalıyla basına ve medyaya daha yayın yapmadan “şunu yayınlama, bunu yayınlama” seklinde sansür uygulanmaya çalışıldığı,
-Kamu yayıncısı TRT'nin ifade özgürlüğünü kullanan sanatçıları diğer tüm sanatçılara gözdağı verecek şekilde işlerinden uzaklaştırdığı,
-Tek ses tek görüş kısırlığı ile devlet yönetiminde hakikatten kopuşlar yaşandığı ve mevcut sistemin hukuki, sosyal ve ekonomik krizlere yol açtığı ve krizlerin artarak devam ettiği,
-Siyasi fikirlere ve siyasal özgürlüğe ve onun en temel göstergesi olan seçme seçilme hakkına yönelen yargının araçsallaştırıldığı kararlar veya sonrasındaki kayyum örnekleriyle muhalif belediye başkanları ve siyasi parti liderlerinin tutuklanmalarında olduğu gibi hukuku ve demokratik devleti yerle bir eden müdahalelerin olduğu,
-Cumhuriyetin temeli olan laiklik ilkesinden uzaklaşıldığı, naslara, dogmalara göre yönetimsel kararları alındığı,
-6284 s.lı yasaya uluslararası koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı sonrası kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ile çocuk istismarı vakıalarının her geçen gün arttığı,
-Kadın haklarını geriletmek isteyen çağdışı anlayışlara, tarikatlara prim verildiği,
-Bu hukuksuzluk ortamında çevre ve doğa talanının ve katliamlarının artarak devam ettiği, hayvan katliamlarına kapı aralandığı,
-Cumhuriyet kazanımlarının, laik demokratik hukuk devletinin temelleri aşındırılarak kullanılmaz hale getirilmek istendiği,
-Demokrasinin temeli olan; demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, meslek örgütlerinin bulundukları beyanlar ve itirazlar sebebiyle yürütme tarafından kriminalize edildiği ve düşmanlaştırıldığı, İstanbul Barosu örneğinde olduğu gibi haksız hukuksuz davalarla seslerinin kısılmak istendiği,
-En temel anayasal haklar olan düşünce ifade özgürlüğüne, barışçıl protesto gösteri haklarına ağır ve hakların özünü kaldıran müdahalelerin olduğu, gösteri yapanların tutuklanarak diğer gösteri yapacaklara ve topluma gözdağı verildiği,
-İdare hukukun en temel kurallarının altüst edilerek aslında hukuken yok hükmümde olan diploma iptal kararlarının verildiği,
-Ceza ve CMK kurallarına aykırı soruşturmalar yapıldığı, CMK gereği istisna olan tutuklama tedbirinin genelleştirilerek özellikle siyasallaşan davalarla birer cezalandırma aracına dönüştürüldüğü,
-Yürütmenin politikalarına karşı olanların hukuk güvenliğinin kalmadığı, AİHM kararlarının tanınmadığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının tartışılmaya açıldığı ve uygulanmadığı,
-Yargının tarafsızlığı hükmü anayasaya eklenmesine rağmen bahsedilen güç dengesizliği ile bırakın tarafsızlığı, bağımsızlığını tamamen yitirme noktasına geldiği, yürütme iradesine aykırı kararlar verilemediği, vermeye çalışanların hakim teminatından yoksun bırakılarak HSK eliyle cezalandırıldığı,
-Bu durumunda dikey adalet dediğimiz devlet/birey güçlü/güçsüz arasında sağlanması gerekli olan adaletin sağlanamamasına yol açtığı,
-Anayasa değişikliği ile parlamentonun monarklardan geri aldığı ilk yetki olan bütçe yapma yetkisinin yürütmeye tam olarak teslim edildiği, parlamentonun bütçeyi hazırlama ve kontrol yetkisinin artık içi boş şekli bir yetkiye dönüştüğü,
-Kamu maliyesinin şeffaflığını tamamen yitirdiği,
-Devletin ortak akıldan büyük ölçüde uzaklaştığı, yürütmeye karşı itiraz, denetleme mekanizmalarının işlemediği, talep, tenkit, önerilerin düşmanlık hatta darbecilik ile suçlanarak kriminalize edildiği,
-Demokrasinin; içindeki insanların izleyici değil oyuncu olması gereken bir sistem olması gerekirken vatandaşın “sen karışma” diyerek izleyici sıralarına çıkarıldığı, demokrasinin fetişleştirilmiş, hamasi retorik yüklü sözde bir sandık demokrasisine indirgenmeye çalışıldığı,
-Toplumun istek ve arzularını karşılayacak; huzur ve refah getirecek en iyi hükümet biçiminin; bütün halkın her alanda yönetime katıldığı, halkın sözlerine yönetimler tarafından kulak kabartıldığı yönetim biçimi olmasına rağmen bırakın katılmayı siyasi partiler ve bazı barolar dışında yönetime en ufak bir söz dahi söylemekten çekinildiği, günahmış veya suçmuş gibi söz söyleyen herkesin siyaset yapmakla suçlandığı, aslında asıl amacın vatandaşın katılma yoluyla siyaset sahasından tamamen çekilmesinin amaçlandığı,
-Oysa doğası gereği çoğunlukla yasama ve yürütme tarafından yaratılan hukuk sebebiyle yaşamın her alanını düzenleyen bu kurumların siyasi partilerden oluşmuş politik kurumlar olduğu, bu sebeple aslında her şeyin yasalar sonucu oluşan hukuk politikasının bir ürünü olduğu; o sebepten kadın cinayetlerinden çocukların cinsel istismarına, işçi haklarından iş kazalarına, sosyal güvenlikten sağlık sistemine kadar her şeyin ama her şeyin aslında politik olduğu, ama bu hukuk/politika ilişkisinin unutturulmaya ve baskılanmaya çalışıldığı,
-Anayasa gereği yönetim içinde siyaseten sorumsuz sekreter “BAKANLAR”ın isteneni yapan “memur müsteşar”lara dönüştüğü, bu sebepten de parlamentodan ve halktan kopuk sadece yürütmenin başına karşı sorumluluk hissettikleri, bu durumun da yasamanın denge denetleme yetkisini kırdığı,
-Yürütme altında devasa yeni bir bürokrasi yaratıldığı, bu devasa yapıya rağmen 85 milyonluk ülkenin dar bir kadro ile yönetildiği ve herkesin yürütmeden bir şey yapılmasını beklediği bunun da sistem çarklarının dönmesini yavaşlattığı, deneme yanılma yönteminin yaygınlaştığı, çoklu tabandan tavana bilimsel/teknik planlamanın çoğunlukla kaybolduğu,
-Yürütme tarafından doğru şeyler yapılsa bile bunun doğru bir planlama ve organizasyonla değil çoğunlukla “kamuoyu” “sosyal medya” “anket” sonuçlarına, kamuoyu rüzgarına ve siyasi getirisi/götürüsü hesaplanarak yapıldığı,
-Sosyal medyanın bir linç alanına dönüştüğü, ihbar ve jurnal geleneğini hortlatan yaklaşımlarla buradaki baskı ve yönlendirmelerle yargının ceza ve usul yasalarını alt üst eden kararlar verdiği,
-Hukukun eskisinden daha büyük bir hızla araçsallaştırıldığı, muhalif olan basın mensubu, avukatlar ve siyasilerin ve söz söylemek isteyen sade vatandaşlar ile gösteri hakkını kullanan gençlerin kriminalize edilip hukuka aykırı “yasal lince” maruz kalıp tutuklandıkları,
-Toplumsal muhalefetin yalnızca sosyal medyada yer alabildiği ama “bilgi kirliliği” “kriz” bahanesiyle yürütmenin gerçeği dışında beyanda bulunanlara TCK 217/a eliyle müdahale edildiği,
-Hukukun adalet/ihtiyaç giderme/düzen ve güvenlik fonksiyonlarından en önemli fonksiyonu olan adalet fonksiyonunun işlev kaybı yaşadığı adalete güvensizliğin % 70'ler seviyesinde olduğu,
-Sürdürülebilir bir devlet düzeni için adalet amacına yönelik fonksiyon kaybının devamlı olarak sürdürülemeyeceğinin, devletin temelinin ve birlikte yaşama güvencesinin adalet olduğunun farkına varılamadığı,
-Devlet yönetiminde liyakatin azaldığı ve bunun da aslında anayasaya aykırı oligarşik/otokratik bir düzene doğru meyil yarattığı,
-“Gerçek, fikirlerin çatışmasından ortaya çıkar” kuralından hızla uzaklaşıldığı tek ses tek görüş kısırlığı ile tarihimizde de çokça yaşandığı üzere; devlet yönetiminde hakikatten kopuş yaşanmaya başladığı,
-Demokratik devlette beğenmesek de tahammül göstermemiz gereken ideoloji ve siyasi fikirlere; siyasal özgürlük ve onun en temel göstergesi olan seçme-seçilme hakkına yönelik yargının araçsallaştırıldığı ve seçilmiş yerel yöneticilerin tutuklandığı ve yerlerine kayyum atanmalarında olduğu gibi hukuka ve demokrasiye açıkça aykırı müdahalelerin yoğunlaştığı,
-Demokrasinin en önemli özelliği olan beğenmediğini “değiştirme” ve yerine yenisini getirme özelliğinin felce uğratılarak sistemin “otokratik” emareler verdiği gözükmektedir.
Montesquieu “Kanunların Ruhu (De l'esprit des lois)” isimli eserinde;
“Eğer aynı idarenin kişilik veya yapısında, yasama kuvveti yürütme kuvvetiyle birleşmişse, hiçbir şekilde hürriyet yoktur. Çünkü aynı monarkın veya aynı senatonun, zalimce yürütmek için zalimce kanunlar yapmasından korkulur. Yargı kuvveti de, yasama ve yürütme kuvvetlerinden ayrılmış değilse gene hürriyet yoktur. Eğer bu kuvvet, yasama kuvvetiyle birleşirse, vatandaşların hayat ve hürriyetleri üzerindeki idare, keyfe kalmış bir idare olur. Çünkü yargıç kanun koyucunun durumuna düşer. Şayet yargı kuvveti de yürütme kuvvetiyle birleşirse, yargıç korkunç bir zalim kesilir. Bu üç kuvveti de aynı kişi veya kurullar kullanırsa her şey zaten mahvolur” demektedir.
Yukarıda sınırlı olarak anlatmaya çalıştığımız üzere sistemde yapılan 2017 rejim değişikliği ile geldiğimiz siyasal, sosyal ve hukuksal nokta maalesef ki budur.
Devlet dediğimiz aygıt bundan 200-300 sene öncesi gibi tek elden yönetilemeyecek kadar büyük bir aygıttır. O sebepten modern devlette devlet aygıtını yönetenler meşruiyetini milletten, hukuka bağlılığından ve hukukun üstünlüğüne olan sadakatinden alarak, devlet kuvvetlerini tıpkı bilgisayar çekirdekleri gibi 3-4'e bölerek çalıştırmak zorundadır. Bu da aynı bünyede ancak farklı fonksiyonlar ifa ederek birbiriyle bağlantılı ancak bağımsız çalışan yasama, yürütme, yargı kuvvetleridir. Bu kuvvetlerin de işlemesini sağlayan 4. kuvvet ise demokrasidir. Sistemin demokratik katılımcı siyasi partiler, basın, sivil toplum tarafından denetlenmesi ve demokratik tüm katılım ve itiraz mekanizmalarının da işlemesi gerekmektedir.
Bu sebeplerle anayasanın ve hukukun üstünlüğünün delik deşik edilerek kevgire döndürüldüğü, demokratik hukuk devletinin ağır yaralı olduğu otokratik devlete geçişe doğru emareler veren mevcut akış ve anlayıştan hepimizin iyiliği için bir an önce vazgeçilmesini, anayasal protesto hakkını kullanırken tutuklanan çoğunluğu üniversite öğrencisi olan gençlerden geri kalanların serbest bırakılmasını, tutuklu olan siyasetçilerin yargılamalarının da bir an önce ve tutuksuz yapılarak adil yargılanma ve kendilerini toplum önünde savunabilme haklarının sağlanmasını talep ediyoruz.
TBMM'nin kuruluşunun 105. yıldönümünde; Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, Cumhuriyeti muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma idealine bağlı olarak, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye bağlılığımızı ve milletimizin egemenliğin kendinde olduğu ve bunu hiç bir kişi ve zümreye teslim etmeyeceğine dair güvencimizi tekrarlıyor, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyorum.